İletişimde Yeni Sayfa: Sürdürülebilirlik

İletişimde Yeni Sayfa: Sürdürülebilirlik

İletişimde Yeni Sayfa: SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

 

Ceren Özay Uz – Pazarlama Ve Halkla İlişkiler Uzmanı

 

(Anlık Normal Dergisinden alınmıştır)

2020 yılı iletişim ve pazarlama çalışmalarında yepyeni bir sayfa açtı! Bütün bildiklerimizi unutmamız gerekti!

Gerek kurumsal iletişimde gerek pazarlama iletişiminde gerekse kriz iletişiminde kuralların yıkılıp tekrar yazıldığı ikonik bir yılı geride bıraktık. Birçoğumuz kariyerimizde ilk defa, aynı yıl içerisinde yıllık iletişim planlarımızı tekrar tekrar çöpe atıp yeniden kurgulamayı deneyimledik. Kurumlarımızın ya da ürünlerimizin üzerinden iletişim yapmayı bir kenara bırakıp “Değerler”e odaklandık, bugüne kadar hiç yan yana gelmediğimiz ezeli rakiplerimizle bile el ele vererek, zorlukların üstesinden gelmeye çabaladık. “Dayanışma”nın gücünü yeniden keşfederken, hayatta kalmanın anahtarı “Sürdürülebilirlik” kavramı tek gerçeğimiz oldu.

Sıradan bir yılda bu yaşananlardan herhangi biri başımıza geldiğinde günlerce geleneksel ve dijital medyada iletişimimizi durdurmamız gerekirdi.

2020 yılı; gişe rekortmeni korku ve bilim kurgu filmlerini aratmayacak nitelikte olaylar zinciriyle “Deccal Yıllı” olarak isimlendirilen 1666’yı dahi geride bıraktı. 1666, veba salgınından büyük Londra yangınına, kıtlık ve hatta eşi görülmemiş isyanlara kadar geniş bir yelpazede felaketlere sahne olurken kulaktan kulağa Deccal Yılı olarak yayılmıştı. Bu felaketlerin ardından, dünyanın canını kurtarabilen bütün sakinleri tabii ki de 1 Ocak 1667 gününe uyanmıştı.

Deccal yılını bize mumla aratan bir 2020 yılına tanıklık ettik. Ülkemizde ardı ardına gelen felaketlerle dehşeti yaşadık. Senenin başında Van’da meydana gelen çığ faciasının ardından Elazığ’dan deprem haberini aldık. Giresun’daki selin dehşetini atlatamamışken en büyük kâbusumuz geri döndü ve İzmir’de yine depremi yaşadık. Yetmedi Çanakkale ve Hatay’da meydana gelen yangınlarda ciğerlerimiz boğuldu. Tüm yıl boyunca fonda ise hep Covid-19 salgını ve yakıcı etkileri dönüp durdu.

Biz iletişimciler olarak da bitmeyen bir doğal afet döngüsü ve pandemi korkusu içinde tüm bildiklerimizi unutup hedef kitlelerimizle iletişimi devam ettirmeye çalıştık. Sıradan bir yılda bu yaşananlardan herhangi biri başımıza geldiğinde günlerce geleneksel ve dijital medyada iletişimimizi durdurmamız gerekirken, hiç bitmeyen zincirleme felaket döngüsü içinde hedef kitlelerimizin duygularını paylaşmanın, iş alanımız el verdiğince yaralara merhem olmanın, paydaşlarımızla hiç olmadığı kadar dirsek temasını arttırarak sektörümüzü ayakta tutmanın yollarını aradık.

 

İLETİŞİMCİLERİN YENİ YOL HARİTASI: SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

İster resmî kurumların, ister sivil toplum kuruluşlarının, ister mesleki örgütlerin yahut sendikaların, istersek de özel kurumların iletişim faaliyetlerinden sorumlu olalım, “Sürdürülebilirlik” çalışmalarını 2021 ajandamızın en önemli odağı haline getirmeye mecburuz. Bu kapsamda bizlere düşen görev kurumlarımızda sürdürülebilirlik felsefesinin yerleşik hale gelmesini, her adımın sürdürülebilirlik perspektifinden bakılarak karar verildikten sonra atılmasını sağlamaktır. Sürdürülebilirlik yaklaşımı, genel anlamda geleneksel halkla ilişkiler faaliyetlerinin doğasıyla paralellik göstermektedir. Halkla ilişkiler faaliyetlerini kurum ve kuruluşların tüm hedef kitleleri ile uzun vadeli samimiyet eksenine dayalı güven ilişkisi kurmak ve geliştirmek olarak tanımlarsak, sürdürülebilirlik disiplini ile paralelliği kolaylıkla su yüzüne çıkmaktadır.

Zaten biz iletişimciler yıllardır kurumumuzu analiz ettiğimiz SWOT gibi yöntemlerin yanı sıra PESTEL ya da DESTEP gibi analizlerle; kurumlarımızın içinde bulunduğu atmosferi politik, ekonomik, sosyal/kültürel, çevresel/ekolojik, teknolojik, demografik ve hatta hukuki olarak analiz ediyor ve iletişim çalışmalarımızı tüm bu dinamikleri göz önünde bulundurarak planlıyoruz. Sürdürülebilirlik kavramı da ilkesel olarak faaliyet gösterdiğimiz alanı ekonomik, sosyal ve çevresel olarak Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) 17 sürdürülebilir kalkınma amacı ve GRI Global Reporting Initiative’in göstergeleri ile analiz ederek, bu alanda kurumlarımızın performansını geliştirme çalışmalarına dayanıyor.

1960’lı yıllarda ortaya çıkan sürdürülebilirlik düşüncesi 1996’da İstanbul’da gerçekleştirilen “BM Habitat Konferansı”, 1997’de uluslararası arenada büyük sansasyon yaratan “Kyoto Çevre Protokolü” ve 2015 yılında açıklanan “Sustainable Development Goals” gibi bir dizi önemli sıçrama yaparak olgunluk seviyesine geldi. Tüm bu süreç boyunca dünyanın devamlılığını tehdit eden risklerin meydana gelmesi, sürdürülebilirlik bilinci ile bir alternatif davranış biçimi geliştirmemize olanak sağladı. Sürdürülebilirlik yaklaşımı bize tehditler karşısında karalar bağlayıp köşemize çekilmek ya da içinde bulunduğumuz girişimlerin geleceğini kaderine terk etmek yerine, çözüm odaklı bir bakış açısı geliştirmemize olanak sağladı. Sürdürülebilirlik bize sorunların kaynağını doğru tespit edip, çözümün parçası olma imkânı da tanıdı. Hatta, günümüz sert rekabet ortamında bile, rakiplerimiz de dahil olmak üzere tüm sektörel paydaşlarımızla el ele vererek “Amaçlar için Ortaklıklar” kurmayı ve ekosistemimizin sürdürebilirliği üzerine ortak çalışmalar gerçekleştirme fırsatını verdi.

Amaçlar için ortaklık ilkesini, bugünlerde kültürel kodlarımıza işli olan dayanışma kültürünü, iş hayatında yeniden keşfetmek olarak da tanımlayabiliriz. Otomobil üreticilerinden, distribütörlere, lastik markalarından, araç muayene istasyonlarına kadar tüm ekosistem ele ele “Trafik Güvenliği” konusunda farkındalık yaratmaya ve bilinç oluşturmak konusunda üzerine düşeni yapmaya uzun yıllardır devam ediyor.

Burada sürdürülebilirliğin değerini erken dönemde kavrayan sektörlerden biri olan otomotiv sektöründen söz etmekte fayda var. Hatırlarsanız; teknolojik gelişmelere paralel olarak çeşitlenen ve ucuzlayan farklı ulaşım alternatifleri, adeta bir can pazarına dönen karasal araç trafiğini tehdit etmekteydi. Sektör bu varoluş krizinin erken sinyallerini görmezden gelmedi, köşesine çekilip kaderine razı olmadı ve otomobil sektörü sürdürülebilirlik temelli kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarını odağına yerleştirdi. Otomobil üreticilerinden, distribütörlere, lastik markalarından, araç muayene istasyonlarına kadar tüm ekosistem ele ele “Trafik Güvenliği” konusunda farkındalık yaratmaya ve bilinç oluşturmak konusunda üzerine düşeni yapmaya uzun yıllardır devam ediyor. Kimi, geliştirdiği üstün güvenlik teknolojisinin tüm teknik detaylarını sektöre açarken, kimisi trafik kazalarından en çok etkilenen grupları korumaya yönelik faaliyetlere imza atıyor. Kimisi de trafiğin aktif unsurlarından olan sürücüler, yolcular, yayalar, bisikletliler ya da motosikletlilerin trafik güvenliğini sağlamak için odak gruplar belirliyor ve onlara özel çözüm modelleri geliştirerek sektör içinde veya sivil toplum kuruluşlarıyla ya da resmi kurumlar ile ortaklıklar geliştirerek, üzerine düşen sorumluluğu layığıyla yerine getiriyor. Tüm bu çalışmalar Sürdürülebilir Kalkınma amaçlarının 11. Maddesi olan “Sürdürülebilir Şehir ve Yaşam Alanları” başlığı altında sektörün sürdürülebilirlik performansını geliştirmekte ve 17. Madde olan “Amaçlar için Ortaklıklar”a hizmet etmektedir.

Örneklerden de kolaylıkla çıkarım yapabileceğimiz gibi sürdürülebilirlik, yaygın ve yanlış bilinen sığ bir çevreyi koruma yaklaşımı ya da yıllarca devam eden projeler için kullanıldığı anlamıyla devamlılık manasına gelmemektedir. Sürdürülebilirlik kendi iş alanımızda, varlığımızı tehdit eden unsurları belirleyip, öneriler geliştirip, hedefimize varmak için iş birlikleri yaptığımız çözümün bir parçası olduğumuz yapıcı ve pozitif bir yaklaşımdır. Üreticisinden, çalışanına, tedarikçisinden tüketicisine kadar tüm ekosistemimizi koruma ve hep birlikte kalkındırma meselesidir.

 

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK TEMELLİ KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK ÇALIŞMALARI

Son yıllarda yapılan araştırmalara göz attığımızda; “Sürdürülebilirlik” bağlamında “Değer Odaklı İletişim”, “Kurumsal Sosyal Sorumluk” ve “Sosyal Pazarlama”ya yatırım yapmayan şirketlerin 10 yıl içinde pazardan silinecekleri birçok raporda ifade ediliyor. Aynı şekilde tüketicilerin de “Sorumlu Kurumlar” konusunda hassasiyet kazandığı, sürdürülebilirlik odaklı kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarına yönelen markaları daha çok tercih ettiği görülüyor. Ürün ve hizmet kalitelerinin son yıllarda yapılan teknolojik hamlelerle standartlaştığı pazarlarda, tüketicilerin bu bilinçli yaklaşımı bizlere rakiplerimizden farklılaşma imkânı sağlarken, marka sadakatine de olumlu yansıyor.

2020 yılında yaşadığımız COVID-19 pandemisinde imkanlarını seferber ederek tüm gücünü maske üretimine yönlendiren tekstil sektörü markaları hem paydaşları hem de tüketicileri nezdinde değer kazanan kurumlardan olmadı mı? İnanılmaz ama bu uygulama ilk olarak, 1918 İspanyol Gribi salgınında maske kullanımının teşvik edilmesi üzerine Levi’s markasının maske üretme önerisiyle hayata geçiyor. O dönemlerde sürdürülebilirlik raporları yazılıyor olsaydı, bugün kim bilir hangi değerli tecrübelerden daha yararlanma ve model alma şansımız olacaktı?

“Sürdürülebilirlik” bağlamında “Değer Odaklı İletişim”, “Kurumsal Sosyal Sorumluk” ve “Sosyal Pazarlama”ya yatırım yapmayan şirketlerin 10 yıl içinde pazardan silinecekleri birçok raporda ifade ediliyor.

2020’nin sürdürülebilirlik temelli kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarında yeni bir kilometre taşı olduğunu söyleyebiliriz. Gerek COVID-19 pandemisi ile mücadelede gerekse yaşadığımız deprem ve sel gibi doğal afetlerde birçok kurumun elini taşın altına koyarak, kendi iş alanları, ürünleri ve hizmetleri çerçevesinde dayanışma faaliyetlerine imza attığına şahit olduk. Uzun zamandır demode olsa da kısmen uygulanmaya devam eden iş alanı dışı hayırseverlik ve bağışçılık projeleri raflara kalktı, CSR 2.0 olarak da adlandırılan modern kurumsal sosyal sorumluluk yaklaşımı yaygınlaşmaya başladı.

Artık kurumlar faaliyet alanları ile alakası olmayan, iş alanları ile çözümün bir parçası olamayacakları tek atımlık, toplum vicdanını kanırtmaya çalışan, ajitasyona varan hayırseverlik ve bağışçılık kavramlarını geride bırakarak, gerçek meselelere odaklanmaya başladı. Etkilendiği ve etkilediği alanlarda aktif sorumluluk alarak tedarikçisinden lojistik süreçlere, üretimden tüketime, çalışanlarından son kullanıcısına kadar genişleyen ekosistemi içinde paydaşlarının varlığını korumaya ve onlarla birlikte sektörünü kalkındırmaya çalıştı.

Uzun zamandır demode olsa da kısmen uygulanmaya devam eden iş alanı dışı hayırseverlik ve bağışçılık projeleri raflara kalktı

Sektörlerin devamlılığına yönelik bu hayati faaliyetlerde iletişimciler kritik rol oynadı, sektörel paydaşları hiç olmadığı kadar çok bir araya getirerek, kurumlarının temsil edilmesini, sorunların tartışılmasını ve çözüm önerilerinin müzakere edilmesini sağladı. Özellikle ulaşım, eğitim, yeme-içme ve kültür sanat gibi hayati yara alan sektörlerin daha az zararla bu süreci atlatabilmeleri için sektör içi dayanışma amaçlı kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerine imza atıldı.

Toptan gıda marketleri ve yiyecek kuryeliği hizmeti sağlayan şirketler, küçük işletmeleri ayakta tutmaya çabalarken, bilgi teknolojileri alanında faaliyet gösteren kurumlar istisnasız her çocuğun uzaktan eğitime erişebilmesi için kolları sıvadı, ortak çözümler geliştirdi. Sürecin en kritik isimleri olan sağlık çalışanlarının ücretsiz konaklama ihtiyacını karşılamadan tutun, çalışırken ihtiyaç duyabilecekleri diğer tüm gereksinimleri iş alanları çerçevesinde özel kurumlar sağlamaya çalıştı. Şirketler elden geldiğince hem kendi istihdamlarını hem de paydaşlarının çalışanlarını korumaya çalıştı. Bu dönemde gelirleri kesilen kişiler için sektörel dayanışma fonları kuruldu kampanyalar düzenlendi.

Bu zorlu ortamda imkanları el verdiğince sürdürülebilirlik prensibiyle çözümün parçası olan, dayanışma ruhuna katkı sağlayan ülkelerin, liderin, sivil toplum kuruluşlarının ve kurumların sayesinde 2020’yi atlattık. Şu bir gerçek ki, bu süreçte iletişimini durdurma hatasına düşmeyen, paydaşlarıyla birlikte mücadele eden, tüketicilerinin sorunlarına ortak olan, gezegenimizin sürdürülebilirliğine katkı sağlayanlar kazanan kurumlar oldu. Çevresine de umut ışığı saçtı.

Ancak bu zincirleme felaketler silsilesinin takvim yılı değişimiyle son bulacağını düşünmek gerçekçi olmaz. 2021 yılında da gerek ekonomik, gerek çevresel, gerekse sosyal belirsizlikler devam ediyor. Hatta geçtiğimiz günlerde Münih Güvenlik Konferansı’nda ortaya atılan bir kavram hızlıca yaygınlaşmaya başladı. “Polypandemic” olarak sunulan kavram Türkçe’ye topyekün salgın, çoklu pandemi, çoklu salgın, zincirleme afet gibi sözcüklerle çevrilmeye başlandı. Bu kavramla birlikte; tarihteki hiçbir döneme benzemeyeceğini şimdiden belli eden çağımız gerek insan eliyle üretilmiş, gerekse belirsizliğin kaosundan yararlanan zincirleme sorunların meydana gelmeye devam edeceğini küresel ölçekte kabullenişi görünür kılıyor.

 

GEZEGENİMİZİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK MESELESİ

 

Dünyada sorumluluğu, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) sırtlamış durumda. Kapsayıcı ve sürdürülebilir büyümenin sağlanabilmesi için UNDP, 2015 yılında Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ana başlığında bizlere rehber niteliğinde 17 adet kalkınma amacı belirlemiştir.

 

Sürdürülebilir bir gelecek için açıklanan amaçlar:

1. Yoksulluğa Son

2. Sıfır Açlık

3. Sağlık ve Kaliteli Yaşam

4. Nitelikli Eğitim

5. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği

6. Temiz Su ve Sanitasyon

7. Erişilebilir ve Temiz Enerji

8. İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme

9. Sanayi, Yenilikçilik ve Altyapı

10. Eşitsizliklerin Azaltılması

11. Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar

12. Sorumlu Üretim ve Tüketim

13. İklim Eylemi

14. Sudaki Yaşam

15. Karasal Yaşam

16. Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar

 

Geldiğimiz noktada hiçbir devletin, hiçbir kurum veya kuruluşun ve hatta hiçbir bireyin tek başına bu sürdürülebilirlik meselesinin üstesinden gelemeyeceği yadsınamaz bir gerçek olarak açığa çıkmıştır. Dolayısıyla UNDP 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacı ile bizleri; çalışmalarımızı yaparken, devlet kurumları, sivil toplum kuruluşları, sektörel paydaşlarımız ve hatta tüketicilerimizle birlikte el ele vererek hareket etmeye, birlik olmaya davet etmektedir. Bizler iletişimciler olarak tüm hedef kitlelerimizi içinde barındıran bu çağrıya kayıtsız kalamayız, kurumlarımızın ekosistemleri ile birlikte kalkınmasını ve sürdürülebilirliğini sağlayacak çalışmalara öncülük etmeliyiz.

Dünya’da küresel iklim değişikliği raporları alarm seviyesini en yükseğe çıkardı. Küresel ısınma önlemez bir hızla artıp tüm dünyanın en sıcak yıllarından birini yaşatırken rekor sayıda sel, kasırga ve yangın rapor edildi. Küresel ısınma ve insan hataları kaynaklı çevre felaketleri dünyanın her yanında yaygın bir şekilde yaşanırken, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), 2050 yılına kadar dünya nüfusunun 9 milyarın üstüne çıkacağını ve bu nüfusun beslenmesi için mevcut gıda üretiminin yüzde 70 artırılması gerektiğini her fırsatta gündeme getirmeye devam etti.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO):

“2050 yılına kadar dünya nüfusunun 9 milyarın üstüne çıkacak ve bu nüfusun beslenmesi için mevcut gıda üretiminin yüzde 70 artırılması gerekiyor.”

Yine Birleşmiş Milletler çatısı altında faaliyet gösteren UNDP’nin “Temiz Su ve Sanitasyon” başlığı altında “2030 yılına kadar herkesin güvenli ve erişilebilir içme suyuna kavuşmasını sağlamak için, altyapıya yatırım yapmak, sıhhi tesisleri inşa etmek ve her düzeyde hijyeni teşvik etmek zorundayız.” uyarısı; su vadeli sözleşmelerin piyasalarda Wall Street’de işlem gören bir meta olmaya başlaması üzerine yüzümüze tokat gibi inen bir gerçeğe dönüştü. Zaten tüm dünya nüfusu için yetersiz olan gıda ve su kaynaklarının, yakın zamanda yaygın bir kıtlığa gireceğini görmemek imkânsız hale geldi.

Varoluşunun risk altında olduğunu gören tüm sektör, el ele vererek çözümün bir parçası olmak ve sürdürülebilirliği sağlamak için kolları sıvadı.

Gıda maddeleri ve su odaklı tüm sektörleri yaprak gibi titreten bu gelişmeler, ekosistemi tüm unsurlarıyla yeni çözüm arayışlarına yöneltti. Varoluşunun risk altında olduğunu gören tüm sektör el ele vererek çözümün bir parçası olmak ve sürdürülebilirliği sağlamak için kolları sıvadı. Tarımsal üretimde sıkışılan sezonsallığın üstesinden gelmek, yerel üreticilerin desteklenmesi, ürün çeşitliliğinin sağlanması, çiftçilerin aleyhine işleyen sözleşmeli tarım modelini iyileştirerek üretimde devamlılığının sağlanması, ihtiyaç duyulan drone, uzaktan izleme ve sensör kullanımı gibi teknolojilerin yaygınlaştırılması, tarladan sofraya kadar her adımda yaşanan gıda kayıplarının azaltılması konularında, sektörüm tüm etkin öğeleri ele ele vererek sürdürülebilirlik temelli kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarına hız verdi. Bu çalışmaların araştırılması, kurgulanması ve uygulanması sırasında globalde biz iletişimcilere önemli sorumluluklar yüklendi. Hatta ülkemizde bazı kurumların iletişim profesyonelleri işi bir adım daha ileri götürerek sürdürülebilirlik hareketine tüketicileri de dahil etti. Son kullanıcıda gıda israfını önlemek için tüketicilerini planlı ve ihtiyacı kadar gıda alışverişi yapmaya, artan gıdaları çöpe gitmek yerine dönüştürerek yeniden değerlendirmeye teşvik edici kurumsal sosyal sorumluluk ve iletişim çalışmalarına imza atıldı.

2020 yılı öncesinde de; özellikle gelişmiş ülkelerdeki aşırı, abartılı ve gereksiz tüketim, gezegenimizin kaynaklarının bölüşümünü, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler aleyhine düzenlemekteydi.

Tüm bu gelişmelere eş zamanlı olarak COVID-19 pandemisinin derinleştirdiği ekonomik ve sosyal krizler tüm dünyayı hayati bir “Sürdürülebilirlik” sorunuyla karşı karşıya bıraktı. Ulaşımdan, turizme, eğlence sektöründen, yeme içme faaliyetlerini de kapsayan hizmet sektörüne kadar birçok iş kolunun üstüne kâbus gibi çöken pandemi, global ekonomik hareketliliği adeta felç etti. Ülkelerin sınırları kapandı, hammadde tedariği ve lojistik süreçleri sekteye uğradı. Uluslararası koordinasyon kurumlarının etkisi sınanırken, devletler birçok sektörü aynı anda desteklemek ve Büyük Buhran zamanındaki rekor işsizlik düzeylerine çıkmayı engellemek için önlemler almaya çalıştı. Gelişmiş ülkeler dahi bu müdahalelerde çok zorlanırken, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin ekonomileri havlu atmaya yeltendi.

2020 yılı öncesinde de; özellikle gelişmiş ülkelerdeki aşırı, abartılı ve gereksiz tüketim, gezegenimizin kaynaklarının bölüşümünü, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler aleyhine düzenlemekteydi. Fakat 2020 yılında hayatımızı saran pandemi, ekonomik ve sosyal süreçlerdeki adaletsiz dağılıma bir tekme daha savurdu ve dünyamızı bugüne kadarki en büyük sürdürülebilirlik krizi ile baş başa bıraktı.

1 Ocak 2021 sabahına da uyanmayı başardığımız bu bugünlerde, Deccal yılını mumla arıyoruz desek abartılı olmaz. 1666 yılı gerek teknoloji seviyesi gerekse nüfusun azlığı ve buna paralel olarak kaynakların bolluğu ile dünya vatandaşlarını bir varoluş krizine itmemişti. Fakat 2021 yılının ilk günlerini yaşadığımız bu günlerde, eğer tüm dünya devletleri, global ve yerel sivil toplum kuruluşları, her seviyeden kamu ve özel kuruluşların yanı sıra bireyler sert önlemler almazlarsa, çok kısa bir zaman içinde gezegenimiz sürdürülemez bir yaşam alanına dönüşecek ve kaos kaçınılmaz olacak. Biz iletişimciler de kriz yönetiminin en önemli unsurlarından biri olarak mesleki hayatlarımızın en zor günlerini yaşayacağız. Ama neyse ki hala şanslıyız ve elimizde “Sürdürülebilirlik” adında bir reçete var!

Dünyanın ancak bir yılda üretebildiği kaynakları 7-8 ay gibi kısa bir sürede tükettiğimiz, son yıllarda üzerinde sıklıkla durulan bir konu. 2020 yılında dünyamızda ve ülkemizde 11.11 ve Black Friday gibi tüketim çılgınlığının tavan yaptığı dönemlerde sürdürülebilirliğe dikkat çekmek isteyen sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra, ilk defa markaların da satın almama kampanyalarını yaptığına şahit olduk.

Dünyanın ancak bir yılda üretebildiği kaynakları 7-8 ay gibi kısa bir sürede tükettiğimiz, son yıllarda üzerinde sıklıkla durulan bir konu.

 

YENİ BİR İLETİŞİM MECRASI OLARAK SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK RAPORLARI

 

Gezegenimiz için umut vadeden bu örnek çalışmalar hayata geçirilirken, sürdürülebilirlik otoriteleri çıtayı bir adım daha yukarı taşıyor ve her yıl çalışmalarımızı raporlaştırmamızı öğütlüyor. Sürdürülebilirlik raporlarına teknik bir doküman olarak bakmak yerine, raporlamayı tüm paydaşlarımızla iletişim kurduğumuz ekstra bir kanal hatta mecra olarak görmemizi sağlıyor. Raporlar sayesinde kendi sektörümüzde dünyanın bir diğer ucunda geliştirilen çözüm modellerini ve sonuçlarını kolaylıkla inceleyip, gerekli lokalizasyon çalışmalarını gerçekleştirip, süratli bir şekilde hayata geçirebiliyoruz. Sıfırdan bir çözüm hipotezi geliştirip test etmek ya da tabiri caizse Amerika’yı yeniden keşfetmek için harcayacağımız zamanı verimli bir şekilde kullanıyor ve çevik bir şekilde çözümün aktif bir parçası oluyoruz. Biz de sürdürülebilirlik raporlarımız sayesinde konuyla ilgili yaptığımız çalışmaları paydaşlarımıza aktarma imkânı buluyoruz ve raporlar bir iletişim aracı haline dönüşüyor. Global sürdürülebilirlik inisiyatifleri; raporlar, geleneksel ve dijital medya imkanları ile çalışmalarımızı geniş kitlelere aktarmamızı tavsiye ediyor. Bu yöntemle iyi uygulama modellerinin gerek sektör içinde gerekse ulusal ve global ölçekte kopyalanarak uygulanmasına hatta geliştirilmesine olanak sağlanıyor. Böylece çözüm modelleri yaygınlaşarak sektörlerin, ülkelerin ve hatta dünyanın sürdürülebilirlik performansının geliştirilmesine katkı sağlıyor.

 

ÇÖZÜM: KOLEKTİF ÇABA

 

Lübnan asıllı Fransız yazar ve düşünür Amin Maalouf kaleme aldığı Ölümcül Kimlikler, Çivisi Çıkmış Dünya ve Uygarlıkların Batışı üçlemesiyle; bir yandan küresel ısınma, iklim değişiklikleri ve doğal felaketler, bir yandan da yanlış ve çıkarcı politikaların doğurduğu ekonomik ve siyasal krizlerle mücadele eden insanlık için sürdürülemezlik tehdidinin altını uzun yıllardır çizmekte ve bizlere her fırsatta “birlik olma” çağrısı yapmaktadır. Edebiyat alanından yükselen bu çağrıya yedinci sanat dalı olan sinemadan destek ülkemizde 13 yıldır devam eden Sürdürülebilir Yaşam Festivali kapsamında gösterilen filmler ile gelmektedir. Festival seçkilerinde izleyicilerle buluşan filmler “kolektif” bir çabayla beyaz perdeye aktarılırken sorunların yanı sıra sürdürülebilir çözüm önerilerine de dikkat çekilmektedir.

2019 yılında çekilen 2040 filmi farklı kıtalardan çözüm modellerini beyazperdeye taşıyarak, önlemlerin yaygınlaşması halinde sağlıklı bir geleceğimiz olacağı umudunu aşılamıştır. Bizler de iletişimciler olarak kurumlarımız adına hayata geçirdiğimiz sürdürülebilirlik çalışmalarının güçlü bir şekilde iletişimini planlayarak ve raporlayarak bu kolektif çabaya katkı sağlayabiliriz.

Birçok sorun aynı anda gündemdeyken, ilham verici çözüm modelleri sayesinde mesleğimizin geleceğine şimdiden damga vuran sürdürülebilirlik disiplinin kısa vadede iş dünyasında geniş kitleleri etkisi altına alacağı aşikâr. Bu vesile ile 2020 yılındaki varoluş mücadelesine kurumları adına büyük katkılar sunan toplumsal projelerin mimarı, perde arkasındaki kahramanlar olan meslektaşlarımı canı gönülden tebrik ediyorum.